16
METRELİK PARKURDA HAZIRLANDIĞIM 160 BİN METRELİK YARIŞIN ÖYKÜSÜ
Garmin Run Fire Tuz Gölü Ultra Maratonu’nun
üzerinden dört aydan biraz fazla bir zaman geçti. Yarış raporunu yazıp yazmama
konusunda kendimle çok savaştım. Zor bir dönemin ardından koştuğum ilk yarıştı.
Nihayet raporu yazmaya karar verdim.
Temmuz başında cezaevindeydim. 5 Temmuz’da
mahkemem vardı. Tahliye olursam, Tuz Gölü’ne gidip 100 mil (160km) koşacağım
diye kendi kendime söz vermiştim. Ve tahliye oldum.
Yarışı düzenleyen Uzunetap’tan Ecem’i arayıp
“Yarışa geliyorum, kaydımı onaylar mısın?” dedim. Kaydımın onaylanmasıyla
birlikte geri dönüşü olmayan bir yola girdim.
NASIL
HAZIRLANDIM?
Yedi buçuk aydır cezaevindeydim. Bu kadar uzun
bir sürenin ardından ben dahil herkes nasıl bir yarış koşacağımı merak
ediyorduk.
Aslında cezaevindeyken “güzel” bir antrenman
süreci geçirdim. Onca ay, neredeyse antrenmansız günüm olmadı. Hatta bazı
günler çift antrenman yaptım. Ne de olsa vakit boldu, hayatın koşuşturması
yoktu.
Ancak şöyle bir sıkıntı vardı. Dışarıdayken
parkurlarda mesafeyi ben belirliyordum. İçeride ise yaklaşık 16 metrelik bir
alanda koşmak zorundaydım. Yani 16 metrelik parkurda 160 bin metrelik bir
yarışa hazırlanıyordum.
Jog zamanlarında bir dakikada 6 tur atarken,
maksimum hızda 8,5 tur koşabiliyordum. 19 basamaktan oluşan merdivende ise tepe
antrenmanı yapıyordum.
Jog atarken avluda içilen sigara fazla sıkıntı
yaratmıyordu. Tempo antrenmanlarında ise avlunun kalabalık olması, dönüşleri
zorlaştırırken, aşırı dumana maruz kalmama da neden oluyordu.
Arkadaşlar çoğunlukla anlayış gösterse de
sorun yaşadığım da oluyordu. Bir yandan, kendi özgürlüğüm için başkalarının özgürlüğünü
kısıtlamam ne kadar doğruydu bilmiyorum. Bir yandan ise haftada iki gün birer
saat sigara içen insanlardan anlayış beklemek bana pek bencilce gelmiyordu.
Tempo antrenmanlarını birlikte yaptığım askeri
okul öğrencisi Serhat 400 metre koşucusuydu. “Abi buraya Usain Bolt’u getirsen
sigara içmek için antrenman yapmasına engel olurlar” diye serzenişte
bulunuyordu.
Sonuç olarak 16 metrelik parkur ve 19
basamaklık merdivende sabırla çalışarak 100 mil yarışına hazırlandım.
YARIŞ
STRATEJİM
Gelelim yarışa…
Garmin Runfire Tuz Gölü Ultra Maratonu’nun
ilginç bir parkuru vardı. Yarışın ilk kontrol noktası 10,5km’deydi. Buradan 1,9km
sonra ilk bileklik noktası, bu noktadan 3,6 km sonra ikinci bileklik noktası, 4,1
km sonra ilk kontrol noktasına dönüş vardı. Böylece iki yapraklı papatyanın ilk
yaprağı tamamlanıyordu.
Kontrol noktasından 4km sonra üçüncü bileklik
noktası, 3km sonra dördüncü bileklik noktası, 2,3km sonra ikinci papatya
yaprağının tamamlanması sağlanıyordu. Start noktasına doğru 10,5km koşarak ilk
tur (40km) tamamlanıyordu. Bu şekilde 4 tur koştuğumuzda yarış bitiyordu.
Yarışta izlemem gereken strateji konusunda en
ufak bir fikrim yoktu. Tek düşüncem vardı: Hava kararana kadar hızlı koşmak!
NİYE
KOŞUYORUM Kİ?
Nitekim yarışın başlamasıyla öyle yaptım. Startın
verilmesiyle en öne geçtim ve arkama bakmadan koşmaya başladım. 12.km’de Murat
Kurtak aradı, “Abi yavaş koş, yoksa zorlanırsın, tüm hırsını ilk turdan çıkarma”
dedi.
Hava karardığında 30.km’ye gelmiştim, 2 saat
36 dakika geçmişti. İlk turdan sonra ise arkadakilerle aram sürekli açıldı. Yarış
boyunca yalnız başıma koştum.
Yarışın ilk turunda kafamda tuhaf düşünceler
belirdi. Hiçbir sebebim yokken yarışı bırakmayı düşündüm. Tempom güzeldi,
yorgun değildim, ağrım yoktu. Ama kafamda sürekli yarışı bırakma düşüncesi
vardı.
“Acaba niye koşuyorum” diye kendimi
sorgulamaya başladım. Yarışı bıraksam ne
olurdu ki? Kimseye verecek bir hesabım yoktu. Aslında artık hayattan da bir
beklentim yoktu. Beni hayata bağlayan tek şey ailemdi. Onların yanında olsam
yeterdi. Koşacağıma, bu zamanı onlarla birlikte geçirebilirdim. Bu düşüncelerle
ilk turu 3 saat 52 dakikada bitirdim.
İKİNCİ
TURDA “ÖZÜME” DÖNDÜM
İlk turun sonunda ana kontrol noktasında bir
şeyler yedim. Tuzlanan şortumu, tişörtümü, ayakkabımı değiştirip, ikinci tura
başladım.
Koşunun ikinci turuyla beraber “hayatı
sorgulama ve yarışı bırakma” düşüncelerim gölün sonsuzluğunda silindi gitti. Özüme
dönüş yaptım. Yarışı parçalara bölerek koşmaya başladım.
İkinci turda Tuz Gölü gerçek yüzünü gösterdi.
Karşıdan kuvvetli rüzgâr esmeye başladı. Parkurun özelliğinden dolayı, ilk 24
km’nin 20km’sini rüzgâra karşı koşuyorsunuz. Bu durum beni düşündüğümden daha fazla
yavaşlattı. Henüz ikinci turda olduğumdan rüzgarla savaşıp tempomu artırmak
yerine fazla efor sarf etmeden koşmaya çalıştım. İkinci turu bitirdiğimde 8
saat 9 dakikadır yarıştaydım.
TUZ
GÖLÜ’NÜN GÜNEŞİ VE RÜZGARI BİR BAŞKA
Üçüncü tura başlamadan önce şortumu ve tişörtümü
değiştirdim. Yola çıkarken kendimi çok iyi hissediyordum. Yine de bu turu rölantide
koşmaya karar verdim. Gücümü son tura saklamam gerekiyordu.
Üçüncü turda rüzgâr gücünü biraz yitirmişti
ama etkisini hissettiriyordu, turun sonlarına doğru gücünü kaybetti. Bu arada güneş
doğmaya başladı. Tuz Gölü’nde güneşin doğuşu da batışı da muhteşem oluyor.
Akşam batışını izlediğimiz güneşin şimdi de doğuşuna şahit oluyorduk. Güneş
doğarken üçüncü turun da sonuna gelmiştim, 13 saat 2 dakika olmuştu.
Kontrol noktasında ayakkabı, şort ve tişörtümü
değiştirdim. İkinci turunu bitiren Şirin Mine ile karşılaştık. “Bundan sonra
işimiz daha kolay rüzgâr etkisini kaybetti” dedi. Bu motivasyon ile dördüncü
tura başladım. Turun başlarında rüzgâr yoktu ama kısa süre sonra döndü ve yeniden
etkisini göstermeye başladı.
Dördüncü turda bir önceki turdaki hızımla
gidersem yarışı 17 saat 40 dakika civarına bitirecektim. 17 saat 30 dakikanın
altına inmek için turun başında hızlandım. Benden önce kontrol noktasından çıkan
Mecit abiyi yakaladım, birlikte koşmaya başladık. Rüzgâr önden geldiği için “Abi
arkama geç, rüzgârdan etkilenme” dedim.
Koşunun başında parkurda çok fazla sulu bölge
yoktu. Sadece 8-9,5 km
arası suluydu. Burası dönüşün 32-33,5km arası bölgeydi. Gece ilerledikçe sulu
bölge artmaya başladı. Dördüncü tura başladığımızda sulu bölge 3km
civarındaydı.
Mecit abiyle 140.km’ye kadar beraber koştuk. Önceki
turlarda aradaki kontrol noktasında pek vakit geçirmemiştim. Su içip, suyumu
yenileyip, elime yiyecek bir şeyler alıp noktadan ayrılmıştım. Son turda bu
kontrol noktasında biraz fazla vakit harcadım.
SON
TURDA PLANLAR DEĞİŞTİ
Son turda ayağıma kramplar girmeye başladı. Kramplarla
uğraşırken, bu yıl 80km koşan, geçen yılın 100mil birincisi Murat Kaya yanımdan
geçti. Kramp yüzünde 5 metre
kadar yürüdüm ama kramp devam ediyordu. Esnetme yaptım ve tekrar koşmaya
başladım, ancak kramp sürüyordu.
Son çare olarak tempomu düşürmeye karar
verdim. Yarışı fazla uzatmak istemiyordum. Bildiğim tek şey yürümemem
gerektiğiydi. Yavaş da olsa koşacaktım. Tempomu düşürünce kramp etkisini
kaybetti.
140.km’ye kadar rahat gelmiştim ama son
20km’de yorulduğumu hissettim. Anlamsız şekilde son turun başında tempomu artırıp
20km hızlı koşmuştum. Bunun acısı çıkıyordu, 17 saat 30 dakikada bitirme
hedefimden vazgeçtim. Tek hedefim yürümeden bitiş noktasına gelmekti.
150.km’de, kontrol noktasına geldiğimde
Bahadır ve Nesrin İşseven’e rastladım. Bahadır “Gel otur” dedi. “Oturursam bir
daha kalkamam” dedim. “O zaman masaj yapayım” dedi. “Masaj yapma kramp
girebilir” dedim.
Bu diyaloğun ardından son 10km’yi koşmak için
yola koyuldum. 42km koşan arkadaşları bu sırada gördüm. Önce Ethem Şeker’e
ardından İpek Onaran ve yanındaki gruba rastladım. Yarışın sonlarına gelmenin
ve 42km koşanları görmenin verdiği motivasyon beni biraz olsun canlandırdı. Attığım
her adım beni finişe taşıyordu.
“EVE
DÖNÜYORUZ AYILAR”
SAT Kursundaki koşularda, dönüş noktasından
geçtikten sonra önümüzde koşan hoca “Eve dönüyoruz ayılar” diye bağırırdı. Bu cümle
benim için tüm ultra maratonların ikinci yarısında kendime söylediğim bir motto
olmuştu. Yine aklıma geldi, artık eve dönmeme çok az vardı.
Yarışın son kilometrelerinde Ethem’in yürüdüğünü
gördüm. Aslında planım Ethem’i yakalayıp son kilometrelerde benimle koşmasını
istemekti. İpek ve grubu onu yakalayınca Ethem onlarla koşmaya başladı (Ethem
yarıştan sonra “Abi söyleseydin seninle koşardım” dedi).
Ardından, İpek’in grubundan düşen ve yürümeye
başlayan bir arkadaşı yakaladım. Onu motive ettim birlikte koşmaya başladık,
birbirimize destek olduk.
FİNİŞE
OĞLUMLA GİRDİK
Son 1 km’ye girdiğimde Alicem aradı, ne kadar
kaldığını sordu, “Son 1 km’deyim” dedim. Finişe yaklaşırken Alicem, Halil ve
oğlum Gökhan beni karşıladı. Son 200 metre Gökhan’ı kucağıma alıp onunla birlikte
bitiş noktasından geçtim. İnanılmaz bir sevgi seli vardı. Bu kadar ilgi
göreceğim hiç aklıma gelmezdi.
Bir yarış daha bitmişti.
Bu yarışı diğerlerinden ayrı kılan o kadar çok
şey vardı ki…
Oğlumla birlikte bitiş noktasından geçtiğimiz
ilk yarıştı.
Sıkıntılı günlerden sonra koştuğum ilk
yarıştı.
Daha önce hiçbir yarışta bu kadar uzun süre
tek başıma koşmamıştım.
HAYAT
SPORLA GÜZELLEŞİYOR
Bu raporu yazarken o kadar çok şeyi yazıp
sildim ki…
Hayat her şeye rağmen devam ediyor.
Spor yaptıkça, koştukça hayat daha
güzelleşiyor.
Koşuyla kalıp, sporla bir arada kalın…
Başta Uzunetap ailesi, gönüllüleri, koşanlar,
bitişte beni destekleyenler, sponsorlarım Under Armour ve Suunto olmak üzere yarışa
emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Tabii ki en büyük teşekkürü beni bu zorlu
günlerimde yalnız bırakmayan eşime, aileme ve arkadaşlarıma gönderiyorum.
İyi ki varsınız.
Gözlerim dolarak okudum. Mahmut hocam. Gerçekten bir direnç,sabır örneği olmuş. Hazırlanmanız ve yarış süreciniz. Allah bir daha yaşatmasın o günleri başarılarınız daim olsun. Saygılarımla, Emine Kasap
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKoşu için bacaklarına, ayaklarına yazı için ellerine sağlık.
YanıtlaSilİyi ki yazmışsın.
Tebrik ederim.������
YanıtlaSilYarış koşmamışsın, tuz gölünde yeniden doğmuşsun Mahmut hocam. Rabbim bu yeniden doğuşta, sevdiklerin ile birlikte sağlıklı, mutlu ve spor dolu bir ömür versin inşallah.
iyi ki varsın... iyi ki tanımışım seni...
YanıtlaSilMahmut Hocam yazınız beni çok duygulandırdı.İnsan isterse neler yapabilir bunu herkese gosterdiniz. Sevgi ve saygılarımla
YanıtlaSil