Hayattaki tek işiniz koşmak değilse, her yarışa istediğiniz
gibi hazırlanamazsınız. Hatta tek işiniz koşu olsa bile (ihtimal düşse de) bu
kural geçerlidir. İşiniz yoğunlaşır, ailenizin size ihtiyacı olur, antrenmanda
ya da düz yolda yürürken sakatlanırsınız vb…
Bir sürü aksilik ardı ardına geldi ve Tahtalı Berg Sky (60.5
km) çok iyi hazırlanamadığım yarışlardan biri oldu. Nisan ayında İznik
Ultra’nın 100 mil etabını koşacaktım. Bu nedenle antrenman sürecim “rölantide” geçmişti,
hatta kilo almıştım. İş yoğunluğundan İznik Ultra’ya gidemeyince verimsiz bir Nisan
ayı geçirdim. Nisan ayı süresince 10 günü antrenman yapamadan/yapmadan
geçirdim. Yapmış olduğum antrenmanların çoğu jog ile geçti. Bunun yanı sıra Mayıs
ayında Ramazan’ın başlaması ile antrenmanlarım genel olarak jogla geçti.
Böylece “olması gerekeni yapamadan” Tahtalı Berg Sky yarışına kadar gelmiş
oldum. Aslına bakarsanız bu kadar kötü geçen bir antrenman sürecine rağmen
yarış boyunca beni ayakta tutan en önemli etken yarış tecrübelerim, kendime
olan güvenim ve kendimi çok iyi tanıyor olmam diyebiliriz.
Bu kadarla kalmadı. Yarış öncesi, perşembe günü dizimi
merdiven korkuluğuna çarptım. Çarpmanın şiddeti ile perşembe günü sekerek
yürüdüm. Cuma biraz toparlansam da gün sonunda dizim ağrımaya devam etti.
Yine yarış öncesinde, cuma günü, vücudumun su dengesi yerine
gelsin diye oruç tutmadım. Yarış sırasında bu kararın doğru olduğunu gördüm.
Çünkü, yarışı koşacağımız cumartesi günü oruç tutmamam, su dengem açısından
fayda sağlamayacaktı, bedenim susuzluğu hissedecek ve beni güçsüzleştirecekti.
Antalya’ya hem yarış hem de iş için gideceğimden, perşembe
akşamı uçakla şehre geldim. Halil Aktan beni havaalanından aldı ve evinde
misafir etti. Cuma günü sabahtan akşam 17.00’ye kadar toplantı, macera parkı
bakımı ve eğitimi ile geçti. İş bitiminde Halil’le yarışın yapılacağı Çıralı’ya
geçtik. Yarış kitimi alıp, brifingi dinledim ve kalacağım aparta geçtim. Yarış
sabahı kahvaltı geç saatte olduğundan, yiyecek bulmam gerekiyordu.
Brifing esnasında Tolga Güler “Bizde sandviç var.
Kahvaltılık bulamazsan otelimize uğra, sana da veririz” demişti. Yarış malzemelerimi
hazırlayıp, yürüyerek Tolga’nın oteline gittim, sandviçleri alıp ayrıldım.
Kaldığım yere döndüğümde saat 23.00’ü gösteriyordu. Yarım saat sonra kendimi
yatağa attım.
EKSİĞİN OLABİLİR AMA ZİHNİN SENİ GÖTÜRÜR
Yarış sabah 6.00’da başlayacaktı. Sabah 5.00’te uyandım,
sandviçlerdeki peynir dışındaki malzemeleri boşalttım ve ekmekle yedim. Dizimde
hala biraz ağrı vardı ama önceki güne göre daha iyi durumdaydı. Ağrı kesici içip, yarış alanına gittim. Yarış
öncesi, dizimin ne durumda olduğunu görmek için 10dk ısınma koşusu yaptım. Biraz
rahatsız etse de sıkıntı yaratmayacak gibiydi. Yarışın adrenalini de dizimdeki
acıyı unutturacaktı. Antrenman eksiği ve dizimdeki sorunu unutup, zihinsel
olarak kendimi yarışa hazırladım.
6. 00’da yarışın startı verildi. Başlangıçla birlikte öne
geçtim. Yanartaş’a kadar 4 km asfalt ve sonrasında merdiven çıkışı vardı.
Asfalt kısımda biraz tempolu koştum, merdivenlere ilk sırada girdim. Çıkışla
beraber arkamdakilerle arayı biraz açtım. Çıkışın sonunda iniş başladı. İnişin
sonunda ilk kontrol noktasına gelmeden işareti kaçırınca 100 metrelik bir git-gel
yaptım. Böylece arka taraf ile aramdaki fark azaldı.
Ulupınar’daki İlk kontrol noktasından selam verip geçtim. Ulupınar
kontrol noktasına kadar yarış boyunca kazanacağımız toplam rakım 400 metre
kaybetmiş olduğumuz rakım kaybı ise 200 metreydi. Yarışın 45 km’lik bölümünü (22-37km
arası hariç) yarışmacılardan Dylan Natter’in köpeğiyle beraber koştum. Köpek
Dylan ile koştuğundan ayaklarıma takılmadı ve genellikle arkadan takip etti. Bazı
kısımlarda ise öne geçti.
Yarışı organize eden Polat Dede, briefingte “Parkurda köpek
yok” dese de 2-3 yerde köpeklere denk geldik. Köpekler, Dylan’ın köpeğini
tehdit olarak görüp saldırıya geçtiler. Köpeği korumaya çalıştım ve sorun
yaşamadan tehlikeli bölgeleri atlattık. Hatta finişi de birlikte geçtik.
İŞARETLERİ KAÇIRINCA RAKİPLERE YAKALANDIM
Ulupınar kontrol noktasından sonra çıkış başladı.
Ulupınar’dan Olimpos Teleferik zirveye kadar olan yaklaşık 17 km’lik mesafede
toplam 2200 metrelik rakım kazanımı yapacakken sadece 150 metrelik bir rakım
kaybı yapacaktık. Bu da yarışın bu kısmının dik bir çıkış yapacağımız anlamına
geliyordu. Çıkışla birlikte güzel bir tempo tutturdum. Arka taraf ile farkın
açıldığını düşünüyordum. Ancak işareti kaçırınca yaklaşık 200 metre fazla
koştum. Parkuru saatime yüklemiştim ve bunu yapmamış olsaydım bu mesafe daha
fazla olacaktı. Bu kayıp, arkamda koşan Bilge Kurt ve Rus sporcu Dimitry
Platanov’a yakalanmama neden oldu. İyi koştuğumu düşünürken, işaretlemeden
kaynaklanan ve rakiplerime yakalanmama neden olan bu kayıp moralimi bozdu. 18.km’deki
Beycik kontrol noktasına beraber gittik. Kontrol noktasında bir şeyler yiyip
suyumuzu yeniledikten sonra yola koyulduk.
Olympos Teleferik Zirvesi’ne kadar çıkış vardı. Ancak
çıkışla birlikte başım dönmeye, midem bulanmaya başladı ve tempom düştü. Bunu
fark eden Dimitry temposunu artırdı. Böylece Bilge ile geride kaldık.
Sonrasında Bilge de önüme geçti ve üçüncü sıraya düştüm.
İRTİFADAN NASIL KURTULUNUR?
Zirveye çıkarken giderek daha kötü oluyordum. Çok rahat
koşabileceğim yerleri yürümekte zorlandım. Bu durumu daha önce Aladağlar
Ultra’da da yaşamıştım. Aladağlar’da ancak inişe geçerken kendime gelebilmiştim.
Aynı durum ile karşılaşacağımı düşünerek, öndekiler ile arayı fazla açmadan zirveye
ulaşmayı hedefledim. Bu bölümde kendimi
o kadar kötü hissettim ki, zirveye çıkmak yerine aşağı doğru koşup bir önceki
kontrol noktasında yarışı bırakmayı bile düşündüm. Kendimle savaşıyordum. En
kötü ihtimalle zirveye kadar koşup, gerekirse orada yarışı bırakırım diye
kendimi ikna ettim. İki tercihim vardı: Pes etmek ya da devam etmek... Geriye
dön ve yarışı bırak...
Aslına bakarsanız bir sürü mazeretim de vardı. İyi hazırlanmamıştım,
dizim ağıyordu, yarıştan bir gün önce akşama kadar çalışmıştım, sabah iyi bir
kahvaltı yapamamıştım. Bunların arkasına sığınabilirdim. Hayatımın hiçbir
evresinde mazeretlerin arkasına sığınmamıştım. Hep olanları arkada bırakıp
önüme bakmıştım. Şimdi farklı olan neydi ki? Daha yarışın zorlu kısımları başlamamıştı
bile… Kendimle yaptığım savaşı kazandım ve devam kararı aldım.
Zirveye ulaştığımda önümdeki ikili ile aramda 5 dakikalık
bir fark oluşmuştu. Zirveden sonraki kısımda baton taşımak zorunluydu. Genelde
yarışlarda baton taşımadığım için batonumu zirvedeki kontrol noktasında bulunan
drop bag’e bırakmıştım. Kontrol noktasında drop bag’imi istedim ama drop bag’lerin
zirveye ulaşmadığı söylediler! “Şimdi ne yapacağız” diye sordum. Halsizlikten
ve ön grubu kaçırmanın verdiği stresten dolayı agresifleşmiştim. Baton taşımayı
zaten istemiyordum ve yaşadığım durum beni haklı konuma sokuyordu. 1-2
dakikalık gecikmeden sonra organizasyonda görevli olan Ali Mert, bana kendisine
ait batonu getirip verdi. Böylece kullanmayacağım batonu, “zorunlu olduğu için”
elimde taşımak zorunda kaldım.
Yeniden yola koyuldum. Zirveden aşağı indikçe kendime
gelmeye başladım. Bu iniş yaklaşık 3.5 km idi. İnişin bazı bölümleri karlıydı.
Zirveye çıkarken de kar buza dönüşmüştü ama halsizlikten ve yavaşlıktan çok da
anlamamıştım. İnişle beraber kendimi iyi hissetmeye başlamıştım, öndekilerle aramı
kapatmak için hızlandım. Hızlanmanın verdiği etkiyle karlı bölümlerde bir-iki
kere düşsem de yavaşlamadan devam ettim. Bu inişten yaklaşık 1 km sonra parkur
kalın bir patikaya döndü. Çukuryayla’daki (37.km) kontrol noktasına kadar
tempolu koşup Bilge’yi yakalamayı hedefledim. Kontrol noktasına vardığımda
Bilge oradaydı. İçtiği soda midesine dokunmuştu ve kusuyordu. Görevli arkadaşım
Atıl Ulaş’a Rus sporcunun ne kadar önde olduğunu sordum. “İlk gelen sporcular
sizsiniz” dedi. Ben Dimitry’i geçmemiştim! Zirveden aşağı inerken hata
yapılacak bir yer yoktu. Durumu anlayamasam da üzerinde tartışacak zamanım
yoktu.
SON 13KM’DE SU STRATEJİSİ
Kontrol noktasından Bilge ile beraber çıktık. Bilge’ye de
Rus sporcuyu sordum, zirveden inerken o yanlış yöne gittiğini söyledi. Bilge
ile yaptığımız bu konuşmanın sonunda aynı yerde hata yaptığımı anladım. Yarıştan
sonra diğer koşucular ile konuştuğumda çoğunun aynı hatayı yaptığını öğrendim. Zirveden
aşağı inerken karlı bölümlerde, daha önce oluşan ayak izlerini takip etmemiz
gerekiyordu. Çünkü karın diğer kısımları çok kaygandı. Bu kısımda ayak izleri
vardı. Bir sağa yukarıya, diğeri zirveye diğeri sola aşağı gidiyordu. Ama vücut
refleks olarak (inişte daha az eğim olduğu için) sağdaki yola yöneliyordu. Ben
de aynı şeyi yaptım. Kafamı kaldırdığımda, sağdaki yolun diğer zirveye
çıktığını fark edince, hemen soldaki yola girdim. Biz bu hatamızdan erken
dönerken, Dimitry önde gitmenin verdiği adrenalinle hatasına devam etmiş.
Bir süre sonra Bilge de geride kaldı. 42’inci km’deki dönüş
noktasına kadar işaretler konusunda tedirgin gitsem de sorun yaşamadım. Zirveden
aşağı indikçe kendimi bulmaya başladım. 47.km’deki Yaylakuzdere kontrol
noktasına kadar tempolu şekilde devam ettim. 27-47km arasındaki 20km’lik iniş
parkurunu 1 saat 46 dakikada geçmiştim. Bu bölümde kazanmış olduğumuz rakım sadece 100
metre olurken kaybetmiş olduğumuz rakım kaybı ise yaklaşık 1300 metreydi. Ne
demişler her çıkışın bir inişi vardır. Bana bu inişinde önce bir çıkış
sonrasında tekrar inişi olacaktı. Yaylakuzdere kontrol noktasının rakımı
yaklaşık 900 metrelerdeydi. Bu noktadan 52’inci km’ye kadar tekrar 1550 metre
metrelere çıkış vardı. Bu çıkıştan sonra 780 metre rakımda bulunan Teleferik
biniş noktasına kadar genellikle iniş vardı.
Son kontrol noktasından (Yaylakuzdere) sonra finişe kadar 13
km koşacaktık. Parkurun en uzun sürecek bölümü burasıydı. Yarışlarda genellikle
iki kontrol noktası arasında yarım litre su ile koşarım. Ancak burada vücudumdaki
su seviyesi düştüğü için çantamda bulunan ve kullanmadığım ikinci su şişemi
çıkardım ve onu da doldurdum. Nitekim doğru bir karar verdiğimi gördüm. Son 1
km’de suyum kalmamıştı.
Yaylakuzdere’den sonra 2 km’lik jeep yolundan çıkış vardı.
Sonrasında 11 km’lik teknik parkur başlıyordu. İlk 5 km’si çıkış, sonraki 6
km’si ise inişti. Çıkış artıkça yeniden başım dönmeye başladı. Çıkışın bir an
önce bitmesini istiyordum. Yanımda zorla taşıdığım batonu kullanmaya başladım. “Madem
taşıyorum bari kullanayım” dedim. J
HAREKETLİ TAŞLAR KAYGANLAŞINCA…
Çıkışın sonuna doğru pus başladı. İşaretler neredeyse
görünmüyordu. Kolumdaki saatten rotayı takip etmeye başladım. Zirveye çıktıkça çiseleyen
yağmur bana eşlik etti. Yağmurun anlamı zaten hareketli olan taşların
kayganlaşması demekti. Zirveye çıktıktan sonra baton taşımamızı gerektiren
noktaya ulaştım. Polat Dede ve ekibi bu bölümü çok iyi şekilde açmıştı. Oradan koşarak
geçtim. Bu bölüm açılmamış olsa çivili kar ayakkabısına ihtiyaç olurdu. Arkamdakiler
ile aram fazla değildi ama bu bölümü kontrollü şekilde koşarak geçirdim. Dik
bir yerden iniyordum. Rotada yapacağım hata telafisi olmayacak sonuçlar
doğurabilirdi. Hem işaretleri takip ediyor, hem de saatimdeki rotayı kontrol
ediyordum. Sisli bölümlerde tamamen saatime yoğunlaştım. Bu bölümde 5-10
metrelik hatalar yapsam da rotadan çok çıkmadan devam ettim. Bu bölümde şunu
anladım: Yarış rotasını mutlaka saatinize yükleyin. Çünkü verdiğim onca emek
işaretleme yüzünden boşa gidebilirdi. İşaretlemeler
çok iyi yapılsa bile, burası Türkiye, yani herhangi biri gelip işaretleri
keyfince sökebiliyor, hava şartları nedeniyle işaretleri göremeyebiliyorsunuz.
Parkuru bilmiyordum ama bitiş öncesinde 2-3km’lik kalın bir
patika olacağını düşünüyordum. Yanılmıştım, bitişe kadar ince bir patikadan
koştuk. Son 2km’de bir de sağanak yağmura yakalandım. Fazla ıslanmadan bitiş
noktasından geçtim. Diğer yarışmacılar geldiğinde, arkada kalanların doluya ve
yağmura yakalandığını öğrendim.
GENEL DEĞENLENDİRME
Yarışı değerlendirecek olursam, öncelikle işaretlemelerde
bazı sorunlar olduğunu söylemeliyim. Özellikle kalın patikalardan ince patikalara
geçişler, Beycik’teki kontrol noktasına giriş ve bitiş noktasına giriş
sıkıntılıydı. Yarışın son km’lerinde başka bir organizasyondan kalan turuncu
işaretler vardı. Bu işaretler yanlış gitmeye neden olabilirdi. Nitekim, son
1400m’de beni yanılttı ve yanlış yöne gittim. Saatteki rotaya baktığımda yanlış
yöne gittiğimi görünce Polat Dede’yi aradım. Bu işaretlerin organizasyonun
olmadığını söyledi. Geri görüp organizasyonun işaretlerini buldum.
Kontrol noktalarındaki görevliler oldukça iyiydi, yardımcıydı,
yiyecekler yeterliydi. Parkurun, ilk 4.km’si asfalttı, sonrasında zirveye kadar
single track ve patikalardan oluşuyordu. Zirveye yaklaşırken ve 52.km’lerdeki
kar geçişleri biraz sıkıntılıydı. Koşarken dikkatli olmak gerekiyordu. Zirveden
aşağı inerken (ön grubu yakalama çabamın verdiği adrenalinle) iki kere düştüm.
Son düşüşüm biraz sert olmuştu. Yarışın 18-27.km ve 49- 54.km arası zorluydu. Bence
bunun en önemli nedeni, kazanılan rakıma vücudun gösterdiği tepki. Yalnızca tepe
çıkmanın verdiği yorgunluk değil, rakımın etkisi kendimizi daha halsiz
hissetmemizi sağlıyor. Zor olan yarış, hava şartlarından dolayı daha da zorlu
hale gelmişti. Ufak tefek dokunuşlarla daha iyi bir organizasyon olacağını düşünüyorum.
TEŞEKKÜRLERİM…
Başta Polat Dede olmak üzere yarışta emeği geçen herkese,
Yarışta malzeme desteği sağlayan Underarmour ve Garmin Türkiye’ye,
Konaklama ve Antalya’da ulaşım sponsorum olan kardeşim Halil
Aktan ve ailesine,
Çok teşekkür ediyorum.
…………
TAHTALI BERG SKY YARIŞ SONUÇLARI
Kadınlar:
1-
Aylin Savacı Armador – 10:49:24
2-
Ömür Birler – 11:18:24
3-
Seda Nur Çelik – 11:42:35
Erkekler:
1-
Mahmut Yavuz – 8:11:06
2-
Dimtry Platanov – 8:33:53
3-
Bilge Kurt – 8:48:10
Diğer sonuçlar için : http://www.tahtali19.argeus.events/
Yarış boyunca takip ettiğim rota : https://connect.garmin.com/modern/activity/3660671112
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder