11 Haziran 2019 Salı

TAHTALI BERG SKY: BEDENİN HAZIR DEĞİLSE, ZİHNİNİ KULLAN

Hayattaki tek işiniz koşmak değilse, her yarışa istediğiniz gibi hazırlanamazsınız. Hatta tek işiniz koşu olsa bile (ihtimal düşse de) bu kural geçerlidir. İşiniz yoğunlaşır, ailenizin size ihtiyacı olur, antrenmanda ya da düz yolda yürürken sakatlanırsınız vb…

Bir sürü aksilik ardı ardına geldi ve Tahtalı Berg Sky (60.5 km) çok iyi hazırlanamadığım yarışlardan biri oldu. Nisan ayında İznik Ultra’nın 100 mil etabını koşacaktım. Bu nedenle antrenman sürecim “rölantide” geçmişti, hatta kilo almıştım. İş yoğunluğundan İznik Ultra’ya gidemeyince verimsiz bir Nisan ayı geçirdim. Nisan ayı süresince 10 günü antrenman yapamadan/yapmadan geçirdim. Yapmış olduğum antrenmanların çoğu jog ile geçti. Bunun yanı sıra Mayıs ayında Ramazan’ın başlaması ile antrenmanlarım genel olarak jogla geçti. Böylece “olması gerekeni yapamadan” Tahtalı Berg Sky yarışına kadar gelmiş oldum. Aslına bakarsanız bu kadar kötü geçen bir antrenman sürecine rağmen yarış boyunca beni ayakta tutan en önemli etken yarış tecrübelerim, kendime olan güvenim ve kendimi çok iyi tanıyor olmam diyebiliriz.
Bu kadarla kalmadı. Yarış öncesi, perşembe günü dizimi merdiven korkuluğuna çarptım. Çarpmanın şiddeti ile perşembe günü sekerek yürüdüm. Cuma biraz toparlansam da gün sonunda dizim ağrımaya devam etti.

SU DENGESİ YÜZÜNDEN ORUCA ARA
Yine yarış öncesinde, cuma günü, vücudumun su dengesi yerine gelsin diye oruç tutmadım. Yarış sırasında bu kararın doğru olduğunu gördüm. Çünkü, yarışı koşacağımız cumartesi günü oruç tutmamam, su dengem açısından fayda sağlamayacaktı, bedenim susuzluğu hissedecek ve beni güçsüzleştirecekti.
Antalya’ya hem yarış hem de iş için gideceğimden, perşembe akşamı uçakla şehre geldim. Halil Aktan beni havaalanından aldı ve evinde misafir etti. Cuma günü sabahtan akşam 17.00’ye kadar toplantı, macera parkı bakımı ve eğitimi ile geçti. İş bitiminde Halil’le yarışın yapılacağı Çıralı’ya geçtik. Yarış kitimi alıp, brifingi dinledim ve kalacağım aparta geçtim. Yarış sabahı kahvaltı geç saatte olduğundan, yiyecek bulmam gerekiyordu.
Brifing esnasında Tolga Güler “Bizde sandviç var. Kahvaltılık bulamazsan otelimize uğra, sana da veririz” demişti. Yarış malzemelerimi hazırlayıp, yürüyerek Tolga’nın oteline gittim, sandviçleri alıp ayrıldım. Kaldığım yere döndüğümde saat 23.00’ü gösteriyordu. Yarım saat sonra kendimi yatağa attım.

EKSİĞİN OLABİLİR AMA ZİHNİN SENİ GÖTÜRÜR
Yarış sabah 6.00’da başlayacaktı. Sabah 5.00’te uyandım, sandviçlerdeki peynir dışındaki malzemeleri boşalttım ve ekmekle yedim. Dizimde hala biraz ağrı vardı ama önceki güne göre daha iyi durumdaydı.  Ağrı kesici içip, yarış alanına gittim. Yarış öncesi, dizimin ne durumda olduğunu görmek için 10dk ısınma koşusu yaptım. Biraz rahatsız etse de sıkıntı yaratmayacak gibiydi. Yarışın adrenalini de dizimdeki acıyı unutturacaktı. Antrenman eksiği ve dizimdeki sorunu unutup, zihinsel olarak kendimi yarışa hazırladım. 
6. 00’da yarışın startı verildi. Başlangıçla birlikte öne geçtim. Yanartaş’a kadar 4 km asfalt ve sonrasında merdiven çıkışı vardı. Asfalt kısımda biraz tempolu koştum, merdivenlere ilk sırada girdim. Çıkışla beraber arkamdakilerle arayı biraz açtım. Çıkışın sonunda iniş başladı. İnişin sonunda ilk kontrol noktasına gelmeden işareti kaçırınca 100 metrelik bir git-gel yaptım. Böylece arka taraf ile aramdaki fark azaldı.
Ulupınar’daki İlk kontrol noktasından selam verip geçtim. Ulupınar kontrol noktasına kadar yarış boyunca kazanacağımız toplam rakım 400 metre kaybetmiş olduğumuz rakım kaybı ise 200 metreydi. Yarışın 45 km’lik bölümünü (22-37km arası hariç) yarışmacılardan Dylan Natter’in köpeğiyle beraber koştum. Köpek Dylan ile koştuğundan ayaklarıma takılmadı ve genellikle arkadan takip etti. Bazı kısımlarda ise öne geçti.
Yarışı organize eden Polat Dede, briefingte “Parkurda köpek yok” dese de 2-3 yerde köpeklere denk geldik. Köpekler, Dylan’ın köpeğini tehdit olarak görüp saldırıya geçtiler. Köpeği korumaya çalıştım ve sorun yaşamadan tehlikeli bölgeleri atlattık. Hatta finişi de birlikte geçtik.

İŞARETLERİ KAÇIRINCA RAKİPLERE YAKALANDIM

Ulupınar kontrol noktasından sonra çıkış başladı. Ulupınar’dan Olimpos Teleferik zirveye kadar olan yaklaşık 17 km’lik mesafede toplam 2200 metrelik rakım kazanımı yapacakken sadece 150 metrelik bir rakım kaybı yapacaktık. Bu da yarışın bu kısmının dik bir çıkış yapacağımız anlamına geliyordu. Çıkışla birlikte güzel bir tempo tutturdum. Arka taraf ile farkın açıldığını düşünüyordum. Ancak işareti kaçırınca yaklaşık 200 metre fazla koştum. Parkuru saatime yüklemiştim ve bunu yapmamış olsaydım bu mesafe daha fazla olacaktı. Bu kayıp, arkamda koşan Bilge Kurt ve Rus sporcu Dimitry Platanov’a yakalanmama neden oldu. İyi koştuğumu düşünürken, işaretlemeden kaynaklanan ve rakiplerime yakalanmama neden olan bu kayıp moralimi bozdu. 18.km’deki Beycik kontrol noktasına beraber gittik. Kontrol noktasında bir şeyler yiyip suyumuzu yeniledikten sonra yola koyulduk.
Olympos Teleferik Zirvesi’ne kadar çıkış vardı. Ancak çıkışla birlikte başım dönmeye, midem bulanmaya başladı ve tempom düştü. Bunu fark eden Dimitry temposunu artırdı. Böylece Bilge ile geride kaldık. Sonrasında Bilge de önüme geçti ve üçüncü sıraya düştüm.

İRTİFADAN NASIL KURTULUNUR?
Zirveye çıkarken giderek daha kötü oluyordum. Çok rahat koşabileceğim yerleri yürümekte zorlandım. Bu durumu daha önce Aladağlar Ultra’da da yaşamıştım. Aladağlar’da ancak inişe geçerken kendime gelebilmiştim. Aynı durum ile karşılaşacağımı düşünerek, öndekiler ile arayı fazla açmadan zirveye ulaşmayı hedefledim.  Bu bölümde kendimi o kadar kötü hissettim ki, zirveye çıkmak yerine aşağı doğru koşup bir önceki kontrol noktasında yarışı bırakmayı bile düşündüm. Kendimle savaşıyordum. En kötü ihtimalle zirveye kadar koşup, gerekirse orada yarışı bırakırım diye kendimi ikna ettim. İki tercihim vardı: Pes etmek ya da devam etmek... Geriye dön ve yarışı bırak...
Aslına bakarsanız bir sürü mazeretim de vardı. İyi hazırlanmamıştım, dizim ağıyordu, yarıştan bir gün önce akşama kadar çalışmıştım, sabah iyi bir kahvaltı yapamamıştım. Bunların arkasına sığınabilirdim. Hayatımın hiçbir evresinde mazeretlerin arkasına sığınmamıştım. Hep olanları arkada bırakıp önüme bakmıştım. Şimdi farklı olan neydi ki? Daha yarışın zorlu kısımları başlamamıştı bile… Kendimle yaptığım savaşı kazandım ve devam kararı aldım.

Zirveye ulaştığımda önümdeki ikili ile aramda 5 dakikalık bir fark oluşmuştu. Zirveden sonraki kısımda baton taşımak zorunluydu. Genelde yarışlarda baton taşımadığım için batonumu zirvedeki kontrol noktasında bulunan drop bag’e bırakmıştım. Kontrol noktasında drop bag’imi istedim ama drop bag’lerin zirveye ulaşmadığı söylediler! “Şimdi ne yapacağız” diye sordum. Halsizlikten ve ön grubu kaçırmanın verdiği stresten dolayı agresifleşmiştim. Baton taşımayı zaten istemiyordum ve yaşadığım durum beni haklı konuma sokuyordu. 1-2 dakikalık gecikmeden sonra organizasyonda görevli olan Ali Mert, bana kendisine ait batonu getirip verdi. Böylece kullanmayacağım batonu, “zorunlu olduğu için” elimde taşımak zorunda kaldım.
Yeniden yola koyuldum. Zirveden aşağı indikçe kendime gelmeye başladım. Bu iniş yaklaşık 3.5 km idi. İnişin bazı bölümleri karlıydı. Zirveye çıkarken de kar buza dönüşmüştü ama halsizlikten ve yavaşlıktan çok da anlamamıştım. İnişle beraber kendimi iyi hissetmeye başlamıştım, öndekilerle aramı kapatmak için hızlandım. Hızlanmanın verdiği etkiyle karlı bölümlerde bir-iki kere düşsem de yavaşlamadan devam ettim. Bu inişten yaklaşık 1 km sonra parkur kalın bir patikaya döndü. Çukuryayla’daki (37.km) kontrol noktasına kadar tempolu koşup Bilge’yi yakalamayı hedefledim. Kontrol noktasına vardığımda Bilge oradaydı. İçtiği soda midesine dokunmuştu ve kusuyordu. Görevli arkadaşım Atıl Ulaş’a Rus sporcunun ne kadar önde olduğunu sordum. “İlk gelen sporcular sizsiniz” dedi. Ben Dimitry’i geçmemiştim! Zirveden aşağı inerken hata yapılacak bir yer yoktu. Durumu anlayamasam da üzerinde tartışacak zamanım yoktu.

SON 13KM’DE SU STRATEJİSİ
Kontrol noktasından Bilge ile beraber çıktık. Bilge’ye de Rus sporcuyu sordum, zirveden inerken o yanlış yöne gittiğini söyledi. Bilge ile yaptığımız bu konuşmanın sonunda aynı yerde hata yaptığımı anladım. Yarıştan sonra diğer koşucular ile konuştuğumda çoğunun aynı hatayı yaptığını öğrendim. Zirveden aşağı inerken karlı bölümlerde, daha önce oluşan ayak izlerini takip etmemiz gerekiyordu. Çünkü karın diğer kısımları çok kaygandı. Bu kısımda ayak izleri vardı. Bir sağa yukarıya, diğeri zirveye diğeri sola aşağı gidiyordu. Ama vücut refleks olarak (inişte daha az eğim olduğu için) sağdaki yola yöneliyordu. Ben de aynı şeyi yaptım. Kafamı kaldırdığımda, sağdaki yolun diğer zirveye çıktığını fark edince, hemen soldaki yola girdim. Biz bu hatamızdan erken dönerken, Dimitry önde gitmenin verdiği adrenalinle hatasına devam etmiş.
Bir süre sonra Bilge de geride kaldı. 42’inci km’deki dönüş noktasına kadar işaretler konusunda tedirgin gitsem de sorun yaşamadım. Zirveden aşağı indikçe kendimi bulmaya başladım. 47.km’deki Yaylakuzdere kontrol noktasına kadar tempolu şekilde devam ettim. 27-47km arasındaki 20km’lik iniş parkurunu 1 saat 46 dakikada geçmiştim.  Bu bölümde kazanmış olduğumuz rakım sadece 100 metre olurken kaybetmiş olduğumuz rakım kaybı ise yaklaşık 1300 metreydi. Ne demişler her çıkışın bir inişi vardır. Bana bu inişinde önce bir çıkış sonrasında tekrar inişi olacaktı. Yaylakuzdere kontrol noktasının rakımı yaklaşık 900 metrelerdeydi. Bu noktadan 52’inci km’ye kadar tekrar 1550 metre metrelere çıkış vardı. Bu çıkıştan sonra 780 metre rakımda bulunan Teleferik biniş noktasına kadar genellikle iniş vardı.
Son kontrol noktasından (Yaylakuzdere) sonra finişe kadar 13 km koşacaktık. Parkurun en uzun sürecek bölümü burasıydı. Yarışlarda genellikle iki kontrol noktası arasında yarım litre su ile koşarım. Ancak burada vücudumdaki su seviyesi düştüğü için çantamda bulunan ve kullanmadığım ikinci su şişemi çıkardım ve onu da doldurdum. Nitekim doğru bir karar verdiğimi gördüm. Son 1 km’de suyum kalmamıştı.
Yaylakuzdere’den sonra 2 km’lik jeep yolundan çıkış vardı. Sonrasında 11 km’lik teknik parkur başlıyordu. İlk 5 km’si çıkış, sonraki 6 km’si ise inişti. Çıkış artıkça yeniden başım dönmeye başladı. Çıkışın bir an önce bitmesini istiyordum. Yanımda zorla taşıdığım batonu kullanmaya başladım. “Madem taşıyorum bari kullanayım” dedim. J

HAREKETLİ TAŞLAR KAYGANLAŞINCA…
Çıkışın sonuna doğru pus başladı. İşaretler neredeyse görünmüyordu. Kolumdaki saatten rotayı takip etmeye başladım. Zirveye çıktıkça çiseleyen yağmur bana eşlik etti. Yağmurun anlamı zaten hareketli olan taşların kayganlaşması demekti. Zirveye çıktıktan sonra baton taşımamızı gerektiren noktaya ulaştım. Polat Dede ve ekibi bu bölümü çok iyi şekilde açmıştı. Oradan koşarak geçtim. Bu bölüm açılmamış olsa çivili kar ayakkabısına ihtiyaç olurdu. Arkamdakiler ile aram fazla değildi ama bu bölümü kontrollü şekilde koşarak geçirdim. Dik bir yerden iniyordum. Rotada yapacağım hata telafisi olmayacak sonuçlar doğurabilirdi. Hem işaretleri takip ediyor, hem de saatimdeki rotayı kontrol ediyordum. Sisli bölümlerde tamamen saatime yoğunlaştım. Bu bölümde 5-10 metrelik hatalar yapsam da rotadan çok çıkmadan devam ettim. Bu bölümde şunu anladım: Yarış rotasını mutlaka saatinize yükleyin. Çünkü verdiğim onca emek işaretleme yüzünden boşa gidebilirdi.  İşaretlemeler çok iyi yapılsa bile, burası Türkiye, yani herhangi biri gelip işaretleri keyfince sökebiliyor, hava şartları nedeniyle işaretleri göremeyebiliyorsunuz.

Parkuru bilmiyordum ama bitiş öncesinde 2-3km’lik kalın bir patika olacağını düşünüyordum. Yanılmıştım, bitişe kadar ince bir patikadan koştuk. Son 2km’de bir de sağanak yağmura yakalandım. Fazla ıslanmadan bitiş noktasından geçtim. Diğer yarışmacılar geldiğinde, arkada kalanların doluya ve yağmura yakalandığını öğrendim.

GENEL DEĞENLENDİRME
Yarışı değerlendirecek olursam, öncelikle işaretlemelerde bazı sorunlar olduğunu söylemeliyim. Özellikle kalın patikalardan ince patikalara geçişler, Beycik’teki kontrol noktasına giriş ve bitiş noktasına giriş sıkıntılıydı. Yarışın son km’lerinde başka bir organizasyondan kalan turuncu işaretler vardı. Bu işaretler yanlış gitmeye neden olabilirdi. Nitekim, son 1400m’de beni yanılttı ve yanlış yöne gittim. Saatteki rotaya baktığımda yanlış yöne gittiğimi görünce Polat Dede’yi aradım. Bu işaretlerin organizasyonun olmadığını söyledi. Geri görüp organizasyonun işaretlerini buldum.

Kontrol noktalarındaki görevliler oldukça iyiydi, yardımcıydı, yiyecekler yeterliydi. Parkurun, ilk 4.km’si asfalttı, sonrasında zirveye kadar single track ve patikalardan oluşuyordu. Zirveye yaklaşırken ve 52.km’lerdeki kar geçişleri biraz sıkıntılıydı. Koşarken dikkatli olmak gerekiyordu. Zirveden aşağı inerken (ön grubu yakalama çabamın verdiği adrenalinle) iki kere düştüm. Son düşüşüm biraz sert olmuştu. Yarışın 18-27.km ve 49- 54.km arası zorluydu. Bence bunun en önemli nedeni, kazanılan rakıma vücudun gösterdiği tepki. Yalnızca tepe çıkmanın verdiği yorgunluk değil, rakımın etkisi kendimizi daha halsiz hissetmemizi sağlıyor. Zor olan yarış, hava şartlarından dolayı daha da zorlu hale gelmişti. Ufak tefek dokunuşlarla daha iyi bir organizasyon olacağını düşünüyorum.

TEŞEKKÜRLERİM…
Başta Polat Dede olmak üzere yarışta emeği geçen herkese,
Yarışta malzeme desteği sağlayan Underarmour ve Garmin Türkiye’ye,
Konaklama ve Antalya’da ulaşım sponsorum olan kardeşim Halil Aktan ve ailesine,
Çok teşekkür ediyorum.
…………

TAHTALI BERG SKY YARIŞ SONUÇLARI
Kadınlar:
1-      Aylin Savacı Armador – 10:49:24
2-      Ömür Birler – 11:18:24
3-      Seda Nur Çelik – 11:42:35
Erkekler:
1-      Mahmut Yavuz – 8:11:06
2-      Dimtry Platanov – 8:33:53
3-      Bilge Kurt – 8:48:10
Diğer sonuçlar için : http://www.tahtali19.argeus.events/
Yarış boyunca takip ettiğim rota : https://connect.garmin.com/modern/activity/3660671112



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder